Sayfalar

Bu Blogda Ara

17 Ekim 2010 Pazar

Eurobond da Ne Ola Kİ ???

14 Eylül 2010 tarihinde yayınlanmıştır.

Eylül ayındayız. Bu sene de tatil döneminin sonuna geldik gibi görünüyor. Ramazan ağustos ayına denk gelmesiyle tatil programlarını değiştirse de sonuçta birçok kişi ramazan öncesi deniz-kum-güneş keyfini doyasıya sürmüş oldu. Umarım herkesin tatili güzel geçmiştir.

Zamanında Almanya’ya işçi olarak gitmiş ve çoğu gurbetçi gibi düzeni kurduktan sonra dönememiş bir dayım var. Her sene imkan buldukça 3-4 hafta Türkiye’ye gelir, biraz akrabalarda kalır biraz da tatile kuşadasına gider. Bu sene geldiğinde yazlık almak istediğini ve bu iş için yüzbin dolar harcamayı planladığını öğrendim. Yaz bitti, bu sene yazlık alması kısmet olmadı ama şahsen benim yüzbin dolarım olsa asla yazlık almaya niyetlenmezdim.

Bizim Türk milletinin genin de mi vardır yoksa yetiştirme tarzında mı bilinmez, eline toplu para geçtiğinde ya araba alır ya ev alır ya da gider yazlık alır zaten. Hadi diğerleri ihtiyaç ama yazlığa para yatırmak kadar saçma bir yatırım olamaz. Yılda en fazla 1 ay kalabileceğiniz bir ev için bu kadar para harcamak ne kadar doğru olabilir?

Her sene aynı yerde tatil yapmak oldum olası bana sıkıcı gelmiştir. Aynı şeyi dayıma da anlattım. Senede bir aylığına kafa dinlemeye geleceksin hem kendi işini kendin yapacaksın (yemek, bulaşık, temizlik), hem de her sene aynı yere gitmek zorunda kalacaksın. Ben olsam ayırdığın parayla eurobond alırım, 6 ayda bir aldığım kupon ödemelerini biriktirir her sene farklı yerde tatil yaparım üstelik 5 yıldızlı otelde keyfini çıkara çıkara:)

Dayım dedi ki; EUROBOND da ne ola ki???

Dedim ki; dayıcım şu yazlık için ayırdığın parayı gel bizim devlete 24 yıllığına borç verelim. Devlette aldığı bu borca karşılık 6 ay da bir bize bir miktar faiz ödesin. Nasıl olsa sen bu parayı gözden çıkarmışsın dedim. Sonra dayım sordu; verdiğim borcu taksit taksit mi geri alacağız? Dedim; hayır, 24 sene sonra verdiğimiz paranın büyük kısmını da geri alacağız. İşte bu sistemin adına Eurobond almak denir.

Hemen bu işin fizik kimyasını ölçmek için internetten 2034 vadeli 6 ay da bir %4 kupon ödemeli eurobond’un alış fiyatına baktık. 1270 $ karşılığında 1 adet eurobond alınabileceğini öğrenmiş olduk. Bu demek oluyor ki, elimizdeki 100bin $ karşılığında yaklaşık 79 tane eurobond alabiliriz.

Eurobond başına, 2034 yılına kadar 6 ay da bir 40 dolar kupon ödemesi alacağımızı düşünürsek, 6 ayda bir 79*40=3160 $ kupon ödemesi elde ederiz. Bu da yılda 3160*2=6320 $ etmektedir. Bugünlerde dolar kurunun 1,50-TL civarında olduğu düşünülürse, 6320*1,50=9480-TL Dedim; dayı sen Almanya’dan direkt tur şirketiyle gelsen, her sene Türkiye’nin istediği köşesinde istediğin gibi tatil yaparsın. Üstelik 2034 yılında da 79bin $ toplu olarak geri alacaksın dedim. Bana dediki; napayım 24 sene sonra 84 yaşımda gelecek parayı? Dedim; yorma kendini bana verirsin:)

Eurobond hakkında yeterli bilgisi olmayanlar için, yukarıda bahsedilenler ilgi çekebilir. Hatta karlı bir iş gibi görünebilir. Hatta öyle de olabilir. Piyasada belirli tarihlerde vadeleri dolan birçok eurobond işlem görmekte. Hepsinde vade, kupon ödemesi ve alış-satış fiyatı farklılık göstermektedir. En karlısını bulabilmek için ciddi finansal hesaplamalar yapmak gerekir. 24 yıllık getirileri hesaplamak ciddi bir iştir, çünkü bugunkü 79bin $ ile 24 sene sonraki aynı değerde değildir.

*Olayın en can alıcı noktasını anlatabildiğime inanıyorum. Bazı şeyleri gözden kaçırmamak gerekir.

14 Ekim 2010 Perşembe

Sabit Fiyat Kime Yarar Kime Zarar

13 Eylül 2010 tarihinde yayınlanmıştır.


Geçen gün gazetede bir haber okudum. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattında yapılan işletme anlaşmasında Türkiye bölümünü işleten BOTAŞ İnternational Limited’in (BIL) kısa süre önce atanan Genel müdürü İbrahim Palaz ile yapılan bir ropörtaja yer verilmiş. Haberde, Türkiye ile BTC hattının sahibi konumundaki İngiliz BP şirketi arasında belirlenen varil başına 0,35 cent ücret ile 40 yıl boyunca sabit fiyattan yapılan anlaşmanın Türkiye adına utanç verici olduğundan yakınmış.

BTC hakkında pek fazla bilgim olmadığı için haberi dikkatle okumaya devam ettim. Bir yandan da finansal açıdan 40 yıl boyunca sabit fiyattan yapılan bir anlaşmanın ne derece mantıklı olabileceğini anlamaya çalıştım. BTC hakkında da kısaca bilgi edindim sizlerle de bunu paylaşmak istiyorum.

Hazar petrollerini Türkiye üzerinden dünyaya servis eden BTC, 2 haziran 2006 yılında petrol sevkiyatına başlamış. Hattan bugüne değin geçen 50 ayı aşan dönemde 950-960 milyon varil ham petrol taşınmış. Buraya taşınan petrol ise tankerler aracılığıyla tüm dünyaya pazarlanmaktaymış.

Yapılan anlaşma kapsamında BIL’in, 40 yıl boyunca taşınan her varil petrolden 35 sent sabit ücret alacağı öngörülmüş. BTC hattının sahibi konumunda bulunan İngiliz BP ile yapılan işletme anlaşmasının gereği bu şekildeymiş. BOTAŞ bu konu hakkında tahkim’e başvurmuş ve bir dizi talepte bulunmuş. Bu taleplerden bir tanesi sabit fiyattan vazgeçilerek her yıl %3 oranında fiyat artışına gidilmesiymiş.

Bu verilerle yapılan anlaşmayı finansal açıdan incelersek ilginç sonuçlar elde edeceğimize inanıyorum. Bazı hesaplamaları ben yaptım bu nedenle verdiğim rakamlara itibar etmeyenler gidip kendileri de hesaplayabilirler.


*Temmuz ayı itibariyle varil/adet

Yıllık ortalama 250 milyon varil petrol taşındığı düşünülürse 35 sent ücretten 87,5 milyon dolar kazanç elde edilir. Bu da 40 yılda “NOMİNAL” olarak 3,5 milyar dolar civarında bir rakama denk gelir.

40 yıllık bir süreçte dolar’ın değeri doğal olarak hep aynı kalmayacaktır. Sabit olarak verilen 35 sent fiyatta artış olmazsa reel değer hergeçen gün biraz daha azalacaktır. Doların yıllık ortalama %3 civarında enflasyon etkisiyle değer kaybettiğini varsayarsak 40 yıl boyunca elde edilecek “REEL” kazanç 2 milyar dolar olacaktır. Aradaki 1,5 milyar dolara yakın servet kaybı çaktırmadan BOTAŞ’ın cebinden çıkıp diğer ortaklar arasında paylaşılmış olacaktır. Tabi bu varsayımı yaparken diğer ortakların anlaşmalarının bu şekilde sabit fiyattan olmadığını düşünerek yapıyorum.

40 yıllık sabit fiyat getirisiyle böylesine bir anlaşmaya imza atan kendilerine de finans uzmanı sıfatı yakıştıran yurttaşlarımızı tebrik ediyorum. Bu kadar karlı bir anlaşma yapmak herkesin harcı değildir hakikaten.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Hani Avrupa Birliğine Girecektik:)

02 Haziran 2010 tarihinde yayınlanmıştır.

Bu gece biraz aylak kaldım ve üniversite 1.sınıftayken yazdığım yazıları tozlu dosyaların arasından bulup tekrar okudum. Avrupa Birliği'ne ha girdik ha giriyoruz diye gündüz vakti havai fişeklerle kutlama yapıldığı dönemleri değerlendiren ve zamanında büyük ihtimalle bana ödev olarak verilen alaycı bir tavırla yazılan bu değerlendirmeyi herkesin okuması için buraya aynen geçiriyorum. Tabii tecrübesizliğin de getirdiği bazı yanlış değerlendirmeler var ve bunları düzeltmek zor geldi maalesef, okurken yazılanların 17 yaşında birinin elinden çıktığını gözönüne alarak okuyunuz.

Avrupa Birliği güçlü Avrupa Devletleri tarafından kurulan ve sonradan tüm Avrupa devletlerinin katıldığı, Amerika Birleşik Devletlerinin ekonomik, sosyal ve askeri bakımdan gerisinde kalmamak amacıyla oluşturulan bir topluluktur.

Türkiye ise; ekonomik ve sosyal yönden zayıf, günden güne işsizliğin-enflasyonun arttığı, en küçük olaylarda bile eski bir gemi misali batıp çıkan bir ekonomiye sahip, parasının değeri her geçen gün azalan, önemli bir nüfusunun açlık sınırının altında yaşadığı, sosyal yaşam düzeyinin çok dengesiz olduğu bir durumdadır.

Avrupa Birliğinden bakıldığında Türkiye; her geçen gün AB uyum yasalarını kabul eden, her şeyini AB’ye göre düzenleyen, AB’ye girmeyi gözüne kestiren, AB’ye katılmak için herşeyini vermeye hazır her dayatmaya gözü kapalı evet demeyi hedeflemiş durumdadır.

Şu an herkes Türkiye’de AB’ye girince neler olacak?, Hayatımız nasıl değişecek?... gibi konulara odaklanmış durumdadır. Tabiki bütün konular olumlu yönde. Bunlara örnek verirsek; işte işsizlik olmayacak, uygar bir toplum olacağız, paramızın değeri artacak, aç yaşayan insan kalmayacak, suç oranı azalacak, herkes emeğinin karşılığını alacak, herkes okuyacak, Türkiye refaha erişecek, herkes mutlu mutlu yaşayacak... deniliyor. Bir Allah’ın kulu da çıkıp demiyor ki; AB’ye girince hayatımızda hiçbirşey değişmeyecek, ne yaparsak kendimiz yaparız.

Ne yani AB’ye girince havadan iş mi yağacak da işsizlik olmayacak, biz şu an uygar değilmiyiz ki AB’ye girince uygar olalım, biz kendi kendimize “ÇALIŞMAZ-ÜRETMEZ-OKUMAZSAK, bizim paramızın değeri de azalır, açlık sınırında yaşayan da olur, suç oranı da artar.

Ben nedense hala AB’ye girmenin bize ne yararı olacağını tamamiyle anlamış değilim. İlla ki çağdaş uygarlık seviyesinde Türk halkı en iyi şekilde yaşamak istiyor ki bunun için AB’ye girmeye gerek yok, neden AB’yi örnek alıp da gerekli düzenlemeler ona göre yapmıyoruz da misal AB sizin babanız o ne derse o olur duruma düşüyoruz. İlla ki AB’nin bizi uyarıp işte şunu yapın, bunu yapmayın demesine neden boyun eğiyoruz, yoksa TÜRK HALKININ KAFASI ÇALIŞMIYORMU?

Neredeyse Türkiye’nin yarısından fazlası AB’nin iyi bir şey olduğunu fakat gerçekte neler olacağını bilmemektedir. Daha çoookkk elektriksiz, susuz, altyapısız köyler/şehirler varken ekonomisi darmadağınken, işsizliği 3 milyonu geçmişken, insanları yarı aç/tok gezerken Türkiye’nin AB’ye girip de ne yapacağını kimse anlamış değil.

Avrupa Birliği kendini Hristiyan kulübü olarak göstermemek ve Müslüman aülkelerle iyi ilişkiler kurmayı hedeflerken, kendini dost göstermeye çalışırken acaba Türkiye neyi hedefliyor.......

Ekonomik Takvim

Canlı Ekonomik Takvim Investing.com Türkiye tarafından sağlanmaktadır, lider finans portalı.